16 Kasım 2010 Salı

15 Kasım 2010 Pazartesi

Sittin sene, ve diğerleri...


Sittin sene
  1. Sonsuza kadar, mütemadiyen. 
  2. Süper eğlenceli matematik hocalarının limit anlatırken kullandıkları bir matematik terimi. 
  3. Sittin seneyi 16 sene olarak algılamak hiç şüphesiz ki bin sene olarak algılamaktan daha hayırlıdır. Zira sittin sene, 60 sene demektir. Siktin'e benzemesi sebebiyle popülerleşmiştir. 
  4. İmdii, öncelikle arapça bir zarf kalıbıdır sittin senemiz; efendim bu cepte.. "sittin", yine arapça tabii, "altmış" manasına gelse de, sittin sene, daha çok ömür boyu, hatta sonsuza değin, ilelebet anlamlarında kullanılagelmiştir.. E zaten, ömür boyu olarak altmış sene normaldir; lakin, hadi ilelebet olarak aldık diyelim, o vakit altmış sene güdüktür, anormaldir.. Bu arada, sayın lakırdımız sittin sene, arapça'da ayrı olarak yazılır iken, türkçe'de -ve tabii ki tdk'da- nedense bileşik biçimde boy göstermiştir.. ha elbet itibar edenler vardır, etmeyenler de vardır; edip etmeme arasında kararsız kalanlar da olabilir, insanlık halidir.. 
  5. Cümle:"olm sittin sene uğraşsan yine de bi halt edemezsin sen!".Meali:"olm altmış sene de çalışsan, didinsen senden adam o-l-m-a-z-z!!" İşte bu kadar basit bi sözcük kendileri. 
  6. (bkz: sittinsene) şeklinde bitişik yazılması gereken 60 yıl anlamında olan; uzun, varılamayacak zamanı anlatmakta kullanılan söz 
  7. Anlamı bilinmediği durumlarda küfür olarak da algılanabilecek söz. 


Fi tarihi
  1. Zamanı bilinmeyen, zamanı belirsiz tarih. (bkz: bilinmeyene yunan alfabesinden harf secmek) 
  2. Matematikteki x veya n'in tarihteki karşılığı. n tane elma, x kadar arttırırsak, fi tarihinde... 
  3. Bulmacalarda sık sık sorulan "bilinmeyen zamanı anlatır" sorusunun cevabı. 


Mut
  1. Bütün özlemlerin eksiksiz ve sürekli olarak yerine gelmesinden duyulan kıvanç, kut, saadet. (Mut-lu ve mut-suz kelimeleri bu kökten türemiştir.) 


Yere bakan yürek yakan
  1. gizli potansiyele sahip, kendisinden beklenmeyecek ani haraketler yapan kişi
  2. (bkz: saman altından su yürütmek)
  3. (bkz: ummadık taş baş yarar) 
  4. etiyopya memleketinde "yere bakan köpek sofradan yemek çalar" olarak bilinen deyis.. 


Kaynak: Ekşi Sözlük, Google

22 Ekim 2010 Cuma

Garcia'ya Mektup


Elbert Hubbart'ın Garcia'ya Mektup adlı yaklaşık yüz sene önce yazılmış makalesi tarihin en fazla okunan makalesi olma özelliğini taşır. Milyonlarca kopyası çıkartılmış, bakanlara, cephelerdeki askerlere, devlet memurlarına dağıtılmış bu makaleyi ve makalenin kendisi kadar etkileyici olan yayılma öyküsünü sizlerle paylaşmak istedik.

Yeryüzünde birçok şairin, yazarın şiirleri, öyküleri, romanları, yabancı dillere çevrilmiş, kendi ülkesi dışında da yayımlanmıştır ama... Galiba yalnızca bir gazetecinin, bir "gazete köşe yazısı" birçok yabancı dillere çevrilmiş ve kendi ülkesi dışında birçok ülkede de yayımlanmıştır. O gazetecinin adi, Elbert Hubbart, o köşe yazısının başlığı ise "Garcia'ya Mektup" tur. Elbert Hubbart'in bu yazısının, yüz yıl boyunca çeşitli ülkelerde yapılan baskısı, yüz milyon adedi aşmıştır. Tüm meslektaşlarına örnek oluşturacak bir olgunluk düzeyindeki bu Amerikalı gazetecinin, "Philistine" adlı aylık bir derginin 1899 Şubat sayısında yayımlanan bu yazısı, hiçbir olağanüstü özelliği olmayan, sıradan bir çavuşun görev sorumluluğunun öyküsüdür.

Hubbart'in "Garcia'ya Mektup"undan etkilenen ilk kişi, New York Merkez Demiryolu İşletmesi yöneticilerinden George Deniels oldu. Bu yönetici, "Philistine" dergisindeki yazıyı Genel Yönetmeni'ne okuduktan sonra ondan, bu yazıyı çoğaltıp tüm demiryolu çalışanlarına dağıtmak için izin istedi. George Daniels istediği izni aldıktan sonra "Garcia'ya Mektup"u beş yüz bin adet bastırdı ve "Bu çavuşu örnek alınız" ön yazısıyla işletmenin tüm çalışanlarına dağıttı. "Garcia'ya Mektup"un varlığı, kısa bir süre sonra Rus Demiryolları Genel Yönetmeni Prens Hilakoff'un kulağına ulaştı. New York Merkez Demiryolu İşletmesi çalışanlarından birinden sağlanan "mektup"un bir kopyasını okuduktan sonra Prens Hilakoff, bunun Rusça'ya çevrilmesini ve Rus Demiryolu Şirketi'nin tüm çalışanlarına dağıtılmasını emretti. "Garcia'ya Mektup", demiryolu işçilerinden, Rus Ordusu mensuplarının eline geçti. Erler arasında elden ele dolasan mektubu Ordu Komutanları okuyunca, mektubun "resmileştirilmesine" ve tüm ordu mensuplarına dağıtılmasına karar verdiler. Japonlarla başlayan savaş için cepheye giden Rus askerlerin tümünün üniformalarının ceplerinde "Garcia'ya Mektup"un bir kopyası bulunuyordu. Japonlar, savaşta tutsak aldıkları Rus askerlerin tümünün ceplerinden çıkan "Garcia'ya Mektup"u görünce bunu ciddi bir incelemeden geçirdiler. "Mektup" Japoncaya çevrildi ve bunun, "Tutsak alınan tüm Rus askerlerin ceplerinde bulunduğu" haberiyle birlikte Japon İmparatoru'na sunuldu. "Mektup"tan imparator da etkilendi ve birer kopyasının Japon Hükümetinin tüm üyelerine dağıtılmasını emretti. Tüm Japon Bakanlar, "Garcia'ya Mektup"u çoğaltıp, kendi bakanlık örgütünde görevli tüm çalışanlara gönderdiler. ABD Deniz Kuvvetleri mensuplarına 1913'de dağıtılan mektubun özel olarak çoğaltılmış kopyaları ise, Birinci Dünya Savaşına katılan askerlerin önemli bir bölümünün ceplerinde bulunuyordu. Dergide yayımlandığının on dördüncü yılında "Garcia'ya Mektup"un "resmi olarak çoğaltılan" baskısı, kırk milyona ulaşmıştı.

Garcia'ya Mektup

ABD ile İspanya arsındaki savaş çıktığı zaman Küba'da bulunan ABD kuvvetleri ile derhal haberleşmek gerekiyordu. Garciya Küba’nın sarp dağları arasında bir yerlerdeydi. Ama nerde olduğunu kimse bilmiyordu Kendisine telgrafla posta ile haberleşme imkanı yoktu. Halbuki ABD Devlet başkanı mutlaka onu bulup kendisi ile iş birliği yapmak zorunluluğunda, azmindeydi... Ne yapabilirdi?

Birisi devlet başkanına dedi ki; “Garciya’nın yerini bulacak tek bir adam tanıyorum, o da Rowan’dır. Rowan’ı derhal çağırdılar. Ve Garcia’ya verilecek mektubu kendilerine teslim ettiler. Rowan mektubu nasıl kaptı; deriden bir kese içine koyup kalbinin üstüne nasıl bağladı; dört gün sonra bir gece yarısı Küba kıyılarına kayığını nasıl yanaştırıp orada bataklıkları, balta girmemiş ormanları nasıl geçti? Garciya mektubu teslim ettikten sonra nasıl döndü? Bunların hiç biri üzerinde duracak değilim.

Size asıl söylemek istediğim şudur: Devlet başkanı Garciya’ya teslim edilecek bir mektubu Rowan’a verdi. Rowan mektubu aldı ve acaba Garciya nerede? Diye sormadan işine girdi. İşte bronzdan heykelleri yapılacak ve dünyanın her okuluna anıtı dikilecek insan örneği! Gençlerin en büyük ihtiyacı, kitaplardan yalnız şunu bunu öğrenmek, şu ve ya bu şey hakkında bilgi toplamaktan çok; dürüst, güvenilir, hemen işe sarılır, enerjilerini bir yerde toplayan adamlar olmaları ve ele aldıkları işi gerçekten başararak “Garciya’ya haber götürmeleri”dir.

General Garciya çoktan ölmüştür; fakat başka Garciya’lar yaşamaktadır. Birçok elin çalışmasını gerektirecek her hangi bir işe girişen kimseler arasında, zihnini, gayretini bir şey üzerinde toplayıp çalışmaktan aciz olanları görüp de üzüntüye kapılmayan kimse yoktur. Baştan savma iş görme, ahlaksızlık, dikkatsizlik ve gönülsüz çalışma, bu gibi insanların başlıca prensibidir. Halbuki bu suretle hiç kimse hayatta istediği başarıya ulaşamaz. Yazıhanenizde oturuyorsunuz. Emrinizde altı memurunuz var. Birini çağırıp deyin ki; ansiklopediye bakın da Correggionun hayatı hakkında bana lütfen kısa bilgi getirin”. Bu adam size yavaşça: “peki efendim” deyip ricanızı yerine getirmeye gidecek mi, diyorsunuz? Ne münasebet! Önce yüzünüze şaşkın şaşkın bakacak ve şöyle bir şey soracak: Correggio kimdir? Hangi ansiklopedide? Bu benim görevim mi? Acaba Bismark mı demek istediniz? Bunu acele mi istiyorsunuz? Size kitabı getirsem de kendiniz baksanız da olmaz mı? Bahse girerim ki, siz bütün bu soruları cevap verdikten sonra da memurunuz gidecek, bir başka arkadaşınıza soracak, sonra da gelip size ansiklopedide böyle bir adam olmadığını söyleyecektir. Tek başına bir işe girişme konusundaki bu kabiliyetsizlik, bu manevi düşkünlük, bu irade zayıflığı her derdin başıdır. İnsanlar kendi işleri için uğraşmazlarsa onlardan toplum için ne beklenebilir?

Bir sekreter arıyorsunuz. Başvuruların çoğu doğru dürüst imla, noktalama bilmez; öğrenmeye de lüzum görmez. Böyle bir kimse Garcia’ya mektup götürebilir mi?

Beni büyük bir fabrikada gezdirirken ustabaşı parmağıyla birini göstererek “şu muhasebeciyi görüyor musunuz?” dedi. “Evet, nesi var?” “Hiç. Çok iyi muhasebecidir, fakat onu bir iş için gönderecek olursanız, belki o işi başarır; ama yolda giderken şuraya buraya uğraması, işin görüleceği yere varınca da niçin oraya gittiğini unutması pek mümkündür.” Böyle bir adama güvenip de Garcia’ya gönderilecek mektubu teslim eder misiniz?

Her iş yerinde durmadan beceriksiz atıyorlar. Bu daima böyle olur. Bu da en iyilerin seçilmesi demektir. Gayet tabii olarak her işveren, en iyi ve en kabiliyetlileri, yani Garcia’ya mektup götürebilecek olanları alıkoyar.

Benim en cana yakın ve övülmeye layık bulduğum adam, başında bir denetleyici yokken de işini dürüst yapan adamdır. Ben kendisine Garcia ya götürülmek üzere bir mektup verdiğim zaman işi üzerine alan, hiç saçma sorusu olmayan, işi başkasına yüklemeye kalkmayan, bu haberi yerine götürmeden içi rahat etmeyen adama bayılırım. Uygarlık yalnız ve yalnız böyle insanlar arandığını avaz avaz haykırıyor. Böyle bir adamın istediği her şey olur. Bu adam dünyanın her memleketinde, her şehrinde aranır. Her yazıhanede, her dükkanda, her fabrikada istenen ve özlenen adam budur. Bütün dünya Garcia’ya mektup götürecek adam arıyor...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Zaman Yönetimi


Gereksiz şeyler: TV'de olur olmaz herşeyi izlemek, bilgisayarda oyun oynamak, sosyal paylaşım sitelerinde zaman öldürmek İnternetten müzik, wallpaper indirmek, web sitesiyle blogla uğraşmak... Gereksiz dediğimiz bu şeyler aslında bizi dinlendiren, eğlendiren faydalı şeylerdir. Ama ne zamanki kendimizi bunlara kaptırıp tüm zamanımızı bunlara harcarsak o zaman bize zarar veren gereksiz şeyler haline gelmişlerdir.

Gereksiz ama güzel şeyler ancak bir program aracılığıyla bir aralığa sıkıştırılıp, asıl yapılması gereken şeylerin önüne geçmeleri engellenebilir.

Ayrıca bu asıl yapmamız gerekenler sırasında aklımıza gelen konu dışı fikirleri bir kağıda yazıp, o önemli iş bittikten sonra değerlendirmeye almak lazımdır.

Aynı şekilde bizi bu gereksiz şeylere yönlendirecek şeylerden - ortamlardan da uzak durmalıyız. Ne olabilir bunlar? Sürekli açık olan bir bilgisayar, yada televizyon; üstü çalışmaya yer bırakmayacak şekilde dağınık olan bir çalışma masası vb.

O halde şunlara ihtiyacımız var:
1. Eğlence ve hobileri sınırlayan planlayan bir program.
2. Konu dışı fikirleri zamanı geldiğinde hatırlamamızı sağlıyacak bi not defteri.
3. İşi olmayan açık TV, bilgisayar, müzik vs. varsa kapatmak. Ortalığı masa üstünü temizlemek.

9 Eylül 2010 Perşembe

Blog Nedir?




Blog nedir? Ne işe yarar? Nasıl kullanılır? Hepsine bu yazıda internetten topladığım bilgilerle cevap bulacağım.

5 Eylül 2010 Pazar

İlk Yazı




Merhaba dünya, Bu blogu açmamın amacı nedir? Deneyimlerimi / fikirlerimi yazmak, ve böylece bunlar üzerinde düşünmek ve ders çıkarmak ve diğer insanlarla paylaşmak, feed back almak vs..